ANAU VE MARGUŞ UYGARLIKLARI Türkmen-Sovyet Ansiklopedisi’nin 8. cildinin 38. sayfasında şöyle yazılmaktadır: "Sekiz bi...
ANAU VE MARGUŞ UYGARLIKLARI
Türkmen-Sovyet Ansiklopedisi’nin 8. cildinin 38. sayfasında şöyle yazılmaktadır: "Sekiz bin yıl önce Yakın-Doğu yurtlarında ve Güney Türkmenistan'da eski tarım ve hayvancılık uygarlığının yayıldığı dönemde, yeryüzünün başka ülkelerinde hâlâ eski avcılığın basit ekonomisi devam etmekteydi. Yukarıda adı geçen yurtlarda tarımcılar yerleşip ilk köyleri meydana getiriyorlardı. Bu köylerde her aile bağımsız bir birim olup bir odalı evlerde yaşıyor, M.Ö. 5000 yılının sonlarında Türkmenistan'ın sınırında insanlar bakır, altın, M.Ö 3000 yılları başlarında pirinci kullanıyorlardı. Bakır ile pirincin bulunması çok daha gelişmiş iş aletlerinin (saban, dokuma aletleri vb.) yayılmasına yardım etmiştir.
Türkmen-Sovyet Ansiklopedisi’nin 8. cildinin 38. sayfasında şöyle yazılmaktadır: "Sekiz bin yıl önce Yakın-Doğu yurtlarında ve Güney Türkmenistan'da eski tarım ve hayvancılık uygarlığının yayıldığı dönemde, yeryüzünün başka ülkelerinde hâlâ eski avcılığın basit ekonomisi devam etmekteydi. Yukarıda adı geçen yurtlarda tarımcılar yerleşip ilk köyleri meydana getiriyorlardı. Bu köylerde her aile bağımsız bir birim olup bir odalı evlerde yaşıyor, M.Ö. 5000 yılının sonlarında Türkmenistan'ın sınırında insanlar bakır, altın, M.Ö 3000 yılları başlarında pirinci kullanıyorlardı. Bakır ile pirincin bulunması çok daha gelişmiş iş aletlerinin (saban, dokuma aletleri vb.) yayılmasına yardım etmiştir.
O dönemde yaşayan ve dünya uygarlığının temelini atan insanlardan olan bu kavimler ile günümüzdeki Türkmenler arasındaki etnik ilişki konusunda Rus tarihçisi Rusliyakof kendisinin Türkmen Halkının Gelip Çıkışı (oluşumu) adlı kitabında şöyle yazıyor.
"Biz bugün o eski kavimlerin adlarını bilmiyoruz. Türkmenlerin en eski ataları da onlar olmalıdır. Anû'nun eski obalarından bilim adamlarının kazı çalışmaları sonucunda buldukları brekosefallerin şu günkü Türkmenlerinkine benzerliği çok ilginçtir."
Änew(Anau, Anav)-Altıntepe medeniyetinin ardından, yani Sümerlerin Türkmenistan’dan göçüp gitmesinden sonraki dönemde bu günkü Türkmenistan’ın Marı (Merv) vilayetinde devam eden MARGUŞ medeniyeti ile Mezopotamya ve diğer medeniyetler arasındaki ilişkiler konusunda Rusya’nın ve Türkmenistan’ın ünlü arkeologu Sarianidi şöyle yazıyor: “Murgap Irmağı’nın eski yatağı çekirdekli bitkilerden yüksek ürün almaya uygun şartlar yaratmıştır. Sellerin getirdiği çamurların otluğunda çok sayıda ev hayvanları beslenmiştir. Bu durum eski Margiana (Marguş) kültürünün filizlenmesine ortam yaratmıştır. Gerçekten de bundan 40 yüzyıl önce buraya ilk yerleşen insanlar, önce onlarca, sonra ise yüzlerce köy kurmuşlardır. Bu köylerin her biri ise onlarca evden ibaret olmuştur ve her birinin özel avlusu vardır. Onların çoğunluğunun çevre koruyucu duvarı yoktur. Zengin aileler ise hemen hemen geniş duvarlı savaş kuleli gerçek “kalelerde” yaşamışlardır. Marguş'un başkenti şimdiki “Goñur” anıtları (harabeleri) olmuştur. Onun merkezindeki köşkün sağlam binası tapınak bileşiminin karşısında yerleştirilmiştir.
Goñur’un (Gonur Depe) etrafına çömlekçilerin bölgesi yerleşmiştir. Onların elleri ile çok nefis, bazen çok geliştirilmiş kap-kacaklar yapılmıştır. Bazen de kap-kacakların basit nakışlısı, o cümleden olarak “iki keçi resimli” ve ağaçtan yapılmış türü ile de karşılaşıyoruz. Yerli demirci ustalar hemen hemen her türlü bakır ve bronz silâhları ve süs eşyaları imal etmeyi öğrenmişlerdir. Onların arasında insan gözü şeklinde resimlenmiş şatafatlı baltalar da kendisini gösteriyor. Yontucular da burada çalışmışlar, onlar her türlü eşyaları ve incelikle nakışlanmış mühürleri taştan üretmişlerdir. Ancak onlar kıymetli taşları tıraşlamakta daha üstünlük kazanmışlardır. Buna örnek, başını geri çevirerek ayağını yalamakta olan, güzel süslenmiş deve şekilli tumar (süs eşyanın bir çeşidi,B.G.) dır. Bu sanat, Mezopotamya sanatından hiç de eksik olmayan yontuculuk sanatının yüksek seviyesini ispat etmektedir.
Bu insanların yazılı eserleri ya saklanmamıştır ya da şimdiye kadar arkeologlar tarafından bulunmamıştır. Buna göre de onların manevî dünyalarına girmek için el sanatlarına yüzü resimlenmiş bazen anlatıcı komposizyon oluşturan tumarlara (Türkmen süs eşyalarının bir türü) başvurmak yegâne imkân olarak hizmet etmektedir. Tumarların çok sayıdaki şekillerinin öğrenilmesi, onları yapan insanların yüksek düşünceli olduklarını anlatır. Elimizde onların yazılı eserleri bulunmasa da burada yaşamış insanların mükemmel ve karmaşık mitolojisinin, hatta “hayır ile şer” mücadelesi düşüncesi ile ilgili mitolojilerinin olduğunu söylemek mümkündür. Hayırlı güçler, yılanlar, şer tarafı ise ejderhalar ile simgelenmiştir. İşte atalarımızdan kalma hayır ile şerrin mücadelesi, çok sayıdaki eserlerde görülmektedir.
Marguş yurdunda eski mimarlığın özel bir mektep geleneğinin var olduğunu, son yıllarda bu bölgede üstü açılmış köşkler ve tapınaklar ispat ediyor. Örneğin Goñur’un merkezinde tapınak için yapılmış anıtsal mimarlık birikimi kazılar da bulundu. Burada bulunmuş onikigen minareli tapınak, bütün yakın doğu mimarlık sisteminde ilginç bir bina olarak özel dikkat çekmektedir.
"Biz hâlen bu uygarlığın nasıl meydana geldiğini tahminen bilmiyorsak da onun meydana gelmesine Güney Türkmenistan halkının katıldığını açıkça görüyoruz. Buraya sonra yeni kavimlerin gelmiş olması da gerçektir, onların ana yurtları, o dönemde dünyanın en ilerlemiş merkezlerinden sayılan Anadolu’ya kadar genişler.”
Bu bölümünde biz, Türkmenistan ve Mezopotamya’da türemiş ilk uygarlığın çok önemli bölümünü oluşturan mimarlık ve heykeltıraşlık sanatı konusunda, bilim adamlarının en son açıklamaları ile karşılaştık. Görüldüğü gibi bu iki yurt hakkında söylenenlerin pek çok yönü, tıpkı aynı ülke konusunda söylenmiş gibi benzerdir. Bu konuda herkes kendi düşüncesi çerçevesinde belli ve özel anlamlara varabilecektir, ancak bizim kanaatimize göre, aşağıdaki sonuçları çıkarmak mümkündür:
1- Bu uygarlığın Türkmenistan’da Mezopotamya’ya nazaran daha önce meydana gelmesi ve Mezopotamya uygarlığının ise onun devamının bir kolu olması muhtemeldir. Bu düşünce birkaç bilim adamının “Sümerler bu bölgelerden göç edip Mezopotamya’ya gitmiş olmalı” fikrine uygundur.
2- Hem binaların hem de heykellerin dış görünüşlerinin, motifi ve içerdiği anlamlarının, özellikle dinî mazmunların hayret verici ölçüde benzer ve hatta aynı olduğunu söylemek de mümkündür.
3- Heykeltıraşlık sanatının, yakut ve altın gibi kıymetli taşların ve madenlerin bol olduğu Türkmenistan’da daha gelişmiş (ilerlemiş) seviyede olduğu gözükmektedir. Bu ise yukarıda gördüğümüz gibi, Sümerologların: “Mezopotamya’da bu sanatta kullanılan yakut ve diger maden maddeleri bulunmadığı için, onlar pek uzaktaki doğu ülkelerden getirilmişlerdir” demelerinin altını çiziyoruz. Biz yukarıda, Sümerlerin Arat’ta eposunda da bunun gibi işaretleri görmüştük.
B.GEREY
http://
http://www.metmuseum.org/
http://www.nytimes.com/
http://
http://
http://
http://
Türk Asya
COMMENTS